27 Şubat 2013 Çarşamba

GERÇEK AŞK HİKAYESİ (27 ŞUBAT ÖZEL)

(Bu yazıyı daha öncede yazmıştım sayılarda değişiklik yaparak ve resimleriyle bir kez daha yazmaktan mutluyum. Doğum tarihleri İ:1929 F:1933)

                                                     FİKRİYE İLE İSMAİL
  Yıl 1940 ların sonları. Bütün dünya gibi ülkemizin de zor yılları. O yıllarda Nazilli küçücük bir kasaba. Herkes geçim derdinde, ekmek parası peşinde. İsmail babasız büyümüş annesi ve bir ablasıyla yaşayan, ablası  ile evin geçimini sağlamaya çalışan bir genç. Öyle bir delikanlı ki, zamanın modası siyah külotpantolon ,siyah ceket, beyaz gömlek, belde kırmızı kuşak, ayakta körüklü çizmeler, daha çok kendinden büyük ve kabadayılarla arkadaşlık yapan biri.
  Yakışıklı mı? Hemde nasıl yakışıklı. Geriye doğru taranmış siyah dalgalı saçlar,beyaz ten, koyu kahve gözlerin üstünde siyah köşeli kaşlar, oldukça düzgün burnun altında siyah kaytan bıyıklar, düzgün dudaklar,bir erkek için orta boylu, ince yapılı, ama oldukça güçlü bir genç. Sanki beyaz perdeden çıkıp gelmiş bir aktör. Kızların peşinde koştuğu, bir o kadar da çapkın delikanlı.
  Fikriye, o da babasız büyüyen, annesi, ağabeyi ve ablasıyla yaşayan, neredeyse çocuk yaşta ailesiyle geçim derdinde fabrikada çalışmaya başlayan bir genç kız. Ülkemizin de o dönem ki ekonomik ve nüfus potansiyaline bakarsak herkesin çalışmasının gerektiğini de biliriz.
  Fikriye güzel miydi? Sarı saçları belinden aşağıya uzun, beyaz ten, hilal kaşların altında bakanların içinde boğulduğu deniz gözler, hokka burun altına düğme ağız dudak üstünde bir ben, sanki güzellikte son nokta der gibi. Orta boylu, ince yapılı, narin bir muhacir kızı...
   Bu iki genç de o dönemde aynı dokuma fabrikasında çalışıyorlar. Dedim ya İsmail çapkın diye. Çocuk gördüğü
Fikriye'yi özel postacısı gibi kullanıyor.
  - Fikriye şu mektubu ikici tezgahtaki kıza götür,
  - Fikriye bu mektubu beşinci tezgahtaki kıza ver.
Fikriye getir, Fikriye götür. Bir gün bakar ki Fikriye artık onbeşinde ay parçası gibi bir genç kız olmuş, gözü de yüreği de Fikriye'den başkasını görmüyor...
  Açmış yüreğini dili döndüğünce sevdiğine... Fikriye de sevdalı uzun zamandır İsmail'e... Bu gerçek bir aşk İsmail için çapkınlık değil, almalıyım sevdiğimi diye, annesini yollamış istetmek için. Fikriye'nin annesi de aynı fabrikada çalıyormuş, İsmail çapkın, İsmail kabadayı, İsmail'in çevresindekiler belli nasıl versin kızını. Nasıl evin en küçüğüne kıysın, ateşe mi atsın kızını.
   Her annesinin istemeye gidişinde, hayır demiş. Bir gün, İsmail yolunu kesmiş, kendi istemiş.
  - Sana verilecek kızım yok, cevabını almış.
  - Bende sana şunu söyleyeyim, 26 Şubat gecesinde kızını kaçıracağım!
  - Kaçır da göreyim!
Fikriye' nin ablası o sıralarda ilk çocuğuna hamile, doğumu bekleniyor. 26 şubat gecesi ağrısı tutuyor, güzel bir kızı oluyor. Herkes doğum telaşı içindeyken, kimse Fikriye'nin farkında değil. Ortalık sakinleşince bakıyorlar ki Fikriye yok... Fikriye sevdiğine gitmiş... İsmail dediği tarihte almış götürmüş...
  Verdiği tarihte ablasının doğum yapması tesadüf müydü? Bence değildi. Bence Allah'ın birbirine yazdığı iki kişinin kimse önüne geçemezdi. Onların kaderlerine yazılmıştı, engellenemezdi.
   Yıl 27 Şubat 1949, Fikriye ile İsmail in evlendikleri gün.
   Bu gün 27 Şubat 2013 onların 64üncü evlilik yıl dönümü.64 yıllık evlilikte üç çocuk, yedi torun, ondört torununun çocuğu kocaman bir aileye sahip oldular...
   Nereden mi biliyorum. Onlar benim anneannem ve dedem...
   DAHA NİCE YILLARA...
   Sizi seviyorum.

25 Şubat 2013 Pazartesi

İSTİKLAL MADALYALI TEK ŞEHİR

   Geçtiğimiz pazar günü kaleye çıkmıştık. Bilenler bilir, bilmeyenler için şehrin ortasında bir tepenin üstündedir kale. Oldukça dik bir yokuşla çıkılır. Yolun başın da bir tabela vardı KURTULUŞ MÜZESİ 1920 diye. Kaleye çıkınca taş bir bina var, şimdiye kadar düğün salonu lokanta gibi kullanılmış. O binayı minyatür müzesi haline getirmişler. Ben çok beğendim.




   İki resimde işgalin başlaması anlatılıyor.




   Bu resimlerde hamam dan çıkan kadınların çarşaflarını almaya çalışan işgal askerlerine ilk kurşunu atan SÜTÇÜ İMAM görülüyor. Arkadaki hamam ve çeşme hala duruyor.


   Ulu camiden çıkan Maraş halkının kaleye yürümesi Türk Bayrağının ait olduğu yere asılması. Kalede o bayrak direği hala duruyor.










   Yüzlerce  bebek kullanılmış sanırım kitreyle yapılmış, yüz ifadeleri, giysiler, binalar, kullanılan eşyalar hiç bir ayrıntı atlanmamış. Her şeyi çok beğendim. Bu müzeyi hazırlayanları tebrik ediyorum.

20 Şubat 2013 Çarşamba

KURABİYELERİM

1. ŞEFTALİ KURABİYE
  Evde kurabiye yapmak ticarete dönüştürmek projelerimden biriydi. İki deneme yaptım sonuçlar beni şaşırttı. öncelikle becerebileceğimi sanmıyordum. ilk denemem şeftali kurabiyeler oldu. İnternet de bir çok tarif vardı, malzemeler hemen hemen aynı ama iki farklı pişirme şekli vardı. Ben ceviz kabuklusunu tercih ettim. İçlerine krema dolduruyorsunuz iki tarafını birbirine yapıştırıyorsunuz. Hiç biri birbirinin aynı olmadığı için kapatmak zor oldu. Diğer tarif de yuvarlaklar yapılmış aralarına ekmeğe sürülen çikolatadan sürülmüş bir birine yapıştırılmıştı, bir daha ki sefere öyle yapacağım. 


Sonuç; görünümü çok güzel, yemesi zor (ısırınca kreması her tarafa akıyor), görünüşü kadar bana lezzetli gelmedi. Çikolatalısını da deneyeceğim onun tadı daha hoş olabilir, nede olsa çikolata var işin içinde.

2. ZENCEFİLLİ, TARÇINLI KURABİYE
   Diğerinin tarifini vermedim ama bunun tarifini vereceğim, çünkü tadı çok güzel.
   Malzemeler:
1-125 gr margarin yada tereyağ (bütün paket margarini köşelemeye kesince iki üçgen oluyor ikisi de 125 gr geliyor)
2-Yarım su bardağı şeker
3-Yarım su bardağı pekmez
4-2 çay kaşığı zencefil
5-2 çay kaşığı tarçın
6-1 yumurta
7-Yarım paket kabartma tozu
8-Alabildiği kadar un
   Bu malzemeyi iki katı olarak da uygulayabilirsiniz. Malzemeyi un hariç iyice karıştırın unu yavaş yavaş ilave edin. Yaklaşık dört su bardağı un alıyor. Daha sonra 1cm kalınlığında açıp kalıpla şekillendirin. tepsiye yağlı kağıt yerleştirip 
175 derecede 13-15 dk. pişirin. Yağlı kağıt için önerim var. benim yağlı kağıdım yoktu, tepsiye margarin sürüp üzerine perşomen kağıdı yaydım üzerine kurabiyeleri yerleştirdim. Takvim yaprağı da olur.



Pişince görünümü böyle oluyor. Bu haliyle çok lezzetliydi, ama zencefil ağızda  hafif bir acılık bırakıyor.
   Sonra üstlerini yine kendi yaptığım şeker hamuru ile süsledim.








Süslenmiş kurabiyelerimin son halleri de bu. Sonuç olarak o kadar yoruldum ki bu işden para kazanır mıyım,  kazanamaz mıyım bilemiyorum.

UZUN BİR ARADAN SONRA

   Uzun zamandan beri bir şeyler yazamadım. Çalışmaya başlamıştım, üç ay sonra ofis kapatılınca maalesef iş hayatım sona erdi. Sonra üç haftalığına Manisa'ya gittim, benim için iyi bir değişiklik oldu çünkü işten ayrılınca çok üzülmüştüm. Kızım ve oğlumda tatilde anneannelerinin yanına geldi. ilk hafta büyük kızım, sonraki iki haftada oğlumun hastalanmasıyla geçti. Kızım çok iyi bir hastayken oğlum berbat bir hasta. Hastalığı boyunca 
   -Ben babamı özlemiştim, Kahramanmaraş'a gidecektim evimde yatacaktım buraya geldim hasta oldum, diye söylenip durdu.
   Bu arada boş durmadım bir sürü proje tasarladım. Bu yıl ticarete atılmaya karar verdim. Hayırlısı olsun bakalım kaçı gerçek olacak. Tabi burada yaptıklarımı paylaşacağım.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...